27 Ekim 2010 Çarşamba

Sırada beklerken ben

Bugün sabahım sırada beklemekle başladı.... Efenim önce güzel haberler veriyim İspanya Vizemi almış bulunmaktayım herhangi bir engel olamadığı sürece İspanya'ya gidiyorumm Oleyy oleyy hatta İspanyolca Holey holey....

Sabah Elçilik önünde bekledim, bu elçilik önünde beklemek çok sosyal bir ortam oluşturuyor, şimdi ben geçen hafta işimi halletiğimden bugün sadece pasaportumu almaya gittim. Yeni başvurucak olanlarda allam bir telaş, herkes birbirine siz hangi turla gidiyorsunuz, Ankara çıkışlı uçak mı gibi güzel bilindik sorular sormaya başladılar. Saat 9:30'da ilk başta pasaportunu almaya gelenler olmak üzere içeri girdik. Kapıda 50 kişi sıradaydı hepsinin bakışları altında elimde vizeli pasaportum kapıdan dışarı çıktım.. Zafer benimdi.

Sonra okula döndüm birde ALES'e başvurmak için sırada bekledim....sonra öğlen yemek yemek için sırada bekledim, kahve almak için Starbucks'ta sıra bekledim....

Ben bugün hep sırada bekledim......

14 Ekim 2010 Perşembe

On Melancholy Hill

Zaman çok hızlı geçiyor.... Ben hiçbir zaman kuaförde saatlerce oturup saç yaptırabilen veya dükkan dükkan geziü tüm günümü alışverişe verebilen biri olmadım. Belkide olmalıydım.....
Fön çektirme düşüncesi bile beni gerer bazen veya alışverişe çıkma fikri psikolojimi bozar.
Ben isterimki hemen saçım olsun, alışveriştede mağazaya giriyim çıkıyım. Ay onu dene bunu dene beni çok zorluyor.

Geçen haftasonu tam tersine acayip kendime yönelik bir hafta sonu geçirdim. Önce lazere gittim (evet hayatımın yatırımına başladım) pazar günüde L'occitane'a ücretsiz cilt bakımına gittim ay nasıl güzel nasıl memnun kaldım anlatamam size.... Tabi hemen bir kaç L'occitane ürünü aldım, sonra keşke L'occitane'da çalışsam dedim ne güzel sürekli ürünleri alırım denerim ohh mis dedim içimden.

Cilt bakımından sonra nasıl mutlu ve huzurlu oldum anlatama size, bence herkes yaptırmalı bir zaman. Hatta bir sonraki cilt bakımını anneme aldım onu götürcem.

Yanlız bu kendime yönelik olan hafta sonu daha aslına daha fazla kendime yönelmek istediğimi hatırlattı bana...

Sonra hafta sonu Panora'ya gittik, Timboo'da yemek yedik, yaa orda limonata içtim ne şeker kavanoz bardakları var oranın öyle.... Çok doyduk çok..

Sonra ben pazartesi günü spora başladım.....

Asıl haberler benim iş durumumda bu yeni patronum sanırım benden memnun... Ofis 2.kata taşınıcak, kapı, parke ve ofis renk seçimini fakülte sekreterimiz ile bana bıraktı..... Kafa patlatıp renk kombinleri bulduk.. ve Budizmin rengi olan turuncu renkte karar kıldık... Canlı olsun diye....

Ankara'da havalar o kadar güzelki içim yaşam sevinciyle doluyor her sabah!!!!! Çok severim yağmur çamur......

Neden bilinmez canım "Great Getsby"yi okumak istiyor...

6 Ekim 2010 Çarşamba

Bazı şeyler var aklımda.....

Bugün ofiste çok yorucu olmayan günlerden birindeyim, başkalarını dinlemektense kendi iç sesimi dinliyorum, bol bol blog okuyorum. Blog okumayı seviyorum, çünkü sürekli değişiyor, bir kerede bir çok kişiye ulaşabiliyorum, hiç tanımadığım insanların dünyalarına girebiliyorum.

Aklımda olan şeyler var....

Gitmek...
Ben hiç gidenlerden olamadım, olmadım. Ben hep gidenlerin arkasından bakan oldum. Gitmek derken bir yerden bir yere gitmek anlamında felsefe yapmıyorum. MySis gitti, Edoş gitti, Yasom, DenizKuşum, Pın, Elo hepsi gitti, Ankara'da ben kaldım. Arada bir benim işimden nefret etme damarım tutar geçenlerde gene tuttu, acaba diyorum bana bir gün tak edicek mi? Yada tık edecek mi, bende gidecek miyim? Her zaman derim her bitiş yeni bir başlangıçtır.

Güven...
Dün akşam evde Oprah Show'u izliyordum, bu amerikalıların kendilerine olan güvenlerine hayran kalıyorum, şimdi bunların nufüsünun yarısı obez ya, o konu ile ilgili bir programdı, işte yok kilo veriyorum arkadaşlarım benden nefret ediyor, yok kızım hep şeker yiyor gibi. Konuk kadında bir kitap yazmış, Oprah ile bunlar sürekli kendine güvenin ne kadar önemli olduğundan bahsedip durdular, valla bu Oprah iyi konuşmacı, program sonunda bende bir gaz kendime güvenimi arttırdılar. Be full of yourself diyorlar... Neden" self confidence" değil bilemedim.

Arzu, istek...
Bu Amerikalılar der, be careful what you wish for diye, valla doğru, insan istedikleri konusunda dikkatli olmalı. Etraflıca düşünmeli..

Üstesinden gelme....
Bazılarınız diye bilirsiniz, bla bla böğkk çok sıradan diye ama, allah kimseye kaldıramayacağından fazlasını vermez, herkes en kötüsü kendi başına geldi sanır, ama herkesin olayları ele alış şekli farklıdır.

Farkındalık....
Bu farkındalık konusunu, kendine güven veya tecrübe ile birlikte ele almak geldi içimden. Çalışma arkadaşlarıma göre genç, okuldaki üniversite öğrencilerine göre yaşlıyım. Bence kişinin kendinin farkında olması gerekli. Şimdi bizim okulda arabalı öğrenci sayısı bir hayli fazla, kimiside böyle lüks araba sürmenin bir imtiyaz olduğunu sanıyor, ama bizim emektar polislerimiz bunları yemiyor. Ama helal çocuklara kendi haklarını haksız olsalar bile savunuyorlar. (uff çok alakasız oldu, kafamda başka birşey vardı başka türlü anlatıcaktım ama olmadı)

Saygı....
Benim için saygı verdiğin kadar saygı görürsün çok doğru bir kalıptır. Görev değişikliğim nedeniyle farklı üç patron tanıdım. Benim asıl patronum, emir komuta zincirinde en zayıf halka olduğumu bana her zaman hissettirir, attığım saygı dolu emaillerime emir kipiyle biten cevaplar yazar, şu an ki patronum şikayetlerimi dinler ve bunların üzerine gider, halletmeye çalışır, asla emir kipiyle biten emailler atmaz, bazen çok zor ve yorucu olur ama herşeyin farkındadır. Çalıştığım kişilerlede öyle bana saygı duymayana, saygı duymam.

Sabır, dinleme....
En basit kural karşındakini dinleyeceksin kardeşim, bakalım ne anlatıyor, ne istiyor, karşındakini dinlemezsen eğer olmaz. Şimdi ben öğrencilerle çok içli dışlı olmaya başladığımdan beri, bu güzel genç, zeki çocuklarımın iletişim sorunu yaşadıklarını gördüğümden beri daha anlayışlı ve sabırlı oldum (zaten öyleydim) Çok şeker saçmalıyorlar, bende sabrediyorum.

1 Ekim 2010 Cuma

Ce que j'ai fait....


Fransızcamın artık tam anlamıyla yerlerde olduğunu idrak etmiş bulunuyorum, o gün Osman gmail statüsünü fransızca yazmış Osmanım dedim bune :) Yani cümleyi çıkardımda o kelime neydi, çok üzüldüm halime çok...

Bende elimde daha doğrusu fransızcamın yettiği kadarı ile başlıkları fransızca yazacağım.

Size son "my work of art"ımı tanıtmak istiyorum, biliyorsunuz uzunca bir zamandır ilhamım yoktu, geçen gün ofiste telefonda arkadaşımla konuşurken bir anda kendisi ortaya çıktı, asıl sebep yeni alınan daha doğrusu bana hediye edilen o sarı kalem, böyle kocaman tombul bir boya kalemi ve neon renkte. Hem pastel, hem suluboya olarak kullanılabiliyor.

Benim biricik anneannem dün ameliyat oldu, pazar günü düşüp kalça kemiğini kırdı, çarşamba günü hastaneye yatırıldı, dünde kalçasına protez takıldı ameliyatla.

Daha öncede yazdığım gibi İzmir'den döndüğümden beri nezleyim... Ben nezleyim, Mr Wayfarer nezle, okuldaki bölüm sekreteri nezle.... Havalara dikkat.

Osman sen işi bıraktın sabahları gtalkta kimle konuşucam sorarım sana:)