15 Ocak 2010 Cuma

Sabah saat 9:40

Günün bu saatleri güzeldir, önemli birşeyler olmaz, sakin geçer saat 11'i çok sevmem heran birşey olabilir, hemde öğlen yemeğinden öncedir, yemek yemek için erken, işe başlamak için geç böyle arada bir saattir. 12 güzeldir öğlen günün yarısı bitmiştir, öğleden sonra ise kendi içinde bir karmaşa yaşar durur.

Bir kaç gündür geceleri uyku sorunu yaşıyorum böyle bir hafif uyuyorum, tabi buda sabah kalkma performansımı etkiliyor, zaten uyandığımda güneş yok ortalarda.

Dün Osman geldi öğle yemeği yedik beraber, sertifika programlarından bahsettik, bir gaz bir gaz olduk, hadi bu sefer olacak, bizimde yüzümüz gülecek düşeceğiz yollara.

One way ticket diyeceğim bilet görevlisine. Yes it's again me diyeceğim pasaport memuruna, ve gene mi makarna diyeceğim uçak menüsündeki yemeğe. 15 kere daha adımı yazacağım uçaktaki Bejeweled oyununa. 3 kere daha o Hint ve Japon aşk filmini izleyeceğim, gene nefesimin son damlasına kadar uçağıma yetişmek için koşacağım. Tüm bunları hevesle yapacağım.

Hürriyet Gazetesi Kelebek eki yazarlarından Onur Baştürk, 1 hafta boyunca Atatürk Havaalanında yaşayıp ordaki deneyimlerini yazacak. Tam benim yapmak isteyeceğim türden, hatta kendisine mail atıp benide alın oraya diyeceğim. Yurtdışında bir yazar aynı şeyi yapıp Havaalanında Bir Hafta diye bir kitap yayınladı. Merak edenler için yazarı Alain de Botton. Alıp okumayı istiyorum. Ama önce elimdekileri bitirmem lazım. 3 tane kitabım var, Portobello Cadısı, Kayıp Sembol, bir de Gülse Birsel'in yeni kitabı daha önce yazdığım gibi almaya değmez bence son kitabı. Bunuda diğer yazmış olduğu 2 kitabı okumuş biri olarak söylüyorum.

Havaalanlarına olan ilgim ve sevgim nerde nasıl şekillendi tam olarak bilmiyorum, ama orda kendimi rahat, huzurlu ve mutlu hissediyorum. Havaalanlarının değişik bir havası vardır, mesela Ankara ilk başta soğuktur, taki "Gate"lere gelinceye kadar sonra alışırsın. Ama akşamları huzurludur Esenboğa, ışıkları hafif kısılmıştır, bekleyen sayısı azdır, bavul tekerleklerinin çıkardığı ses yavaştır koşuşturma yoktur.

İstanbul, Atatürk Havaalanı hep neşelidir, hep hareketlidir, koşturmaca vardır, herkes aynı paydadır, eşittir. Hep o bekleyiş vardır, pasaportu geçip free shopları 4 kere 5 kere gezme isteği vardır.

Hollanda mesela daha renksizdir, uçaktan inen için, pasaporttan geçtikten sonra güzelleşir, yada tam tersi ilk girişte güzeldir.

JFK seni yutmaya çalışır herşeyiyle, yaşayamazsın o ilk heycanı, doğru air tren hattımı, hangi terminalde inicem, gate'lerde hayat yavaşlar, normale döner.

Paris nedense bende çok bir duygu uyandırmıyor, daha orası ile barışamadım, daha birbirimizi sevemedik.

Bu arada yollardaki levhalarda Havaalanı yerine Havalimanı yazdığını farketmişsinizdir...

Havalimanlarını severim, özlem, bekleyiş ve kavuşma vardır.... Havaalanları ile ilgili çok uzun yazıp konuşabilirim, ama gerek yok sanırsam. Madem bu kadar çok seviyorsun neden orda çalışmıyorsun likethesunshine diyenler için ise ilk oraya başvurdum, orda görüşmeye gittim fakat ortak paydada buluşamadık. Ama daha önce yazdığım gibi Turkish Do&Co duy sesimi.
Genel başvurum elinizde var, zaten iki senedir ilanınızı yayından kaldırmadığınızdan dolayı hala içimde bir umut taşıyorum. Bende o yemek sektörünün içinde olmak istiyorum, hangi uçuşlara ne kadar yemek, ısıtma soğutma işlemleri ve özel menüleri bilmek istiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder